Bu Yazıyı Okumak Yasak
Bu Yazıyı Okumak Yasak |
Yürüyen merdivenlerden metroya doğru gidiyorum. Sağ elimde İncilden bir kesit olan buruşuk kağıt parçası ve sol elimde ise Tevrat'tan inciler diye bakındığım kısa kısa notlar.
Uyuşuk bir beyin ile yürüyen merdivenlerin beni metroya doğru götürmesine anlam vermeye çalışıyorum bir yandan. Öte yandan içimde bir huzursuzluk ve nereye gideceğimi bilmez bir haldeyim. Stolenslerin etkisine bırakıp kendimi metrodan önce gelen sert rüzgara doğru bırakmaya çalışıyorum. Rüzgardan gelen esintiyle karışık hafif bir soğukluk bedenime giriyor. Bu esintinin tam da beni rahatlatır düşüncesine girerken, fark ediyorum ki bana bakan anlamsız bakışlar arasında yalnız kaldığımı. Herkes birbirini tanıyormuş gibi konuşuyorlar. Erkeklerin kahkaha atarak gülmelerine mi anlam vereyim yoksa bayanların dedikodu yaparak metro durağını kadınlar matinesi haline dönüştürmelerine mi? Anlamsız bakışlar arasında karşımda etnik kökene dayalı bir çok insan ve gördüğüm manzara ise üst üste yığılmış insan yığını.
Kimisi güzel kokular sürmüş, kimisinin de terle karışık ağır kokular içerisinde etrafı rahatsız ettiğini diyeceğim ama herkes halinden memnun ve rahatsız olan sanki sadece benmişim gibi.
İçimdeki huzursuzluk gittikçe derinleşiyor. Kaslarımın kasıldığını, dizlerimin bağının çözüldüğünü ve dışarıya soluduğum havayı içime geri solumaya başladığımda gittikçe zorlanıyorum. Ter kokusu ile karışmış pahalı parfümlerin yanı sıra ucuz parfümler havada yerini almış halde... İçime soluduğumu dışarıya veremiyorum, dışarıya soluduğumu ise geri almak istemiyorum. Soluduğum hava zehir olsa gerek. Beynime gitmeyen oksijen... Beni bitkin bir hale sokuyor.
Beynim yine bir Matrix filmi sahnesinde gördüğüm dejavu etkisine girmiş ama sahnede kedi yok. Bu Matrix değil. Gerçeğin ta kendisi. Yoksa halüsinasyonlar mı diyorum? Her şey iç içe. Üzüm bağları gibi sapa sarma. Gerçeği doğrulardan ayırt edemiyorum. Doğru diye bildiklerim yanlış bir zamanda karşıma çıkmış. Yaşadığım anın sahneleri sanki daha önce beynimin bir köşesinde yer almış. Aynı şeyi daha önce yaşamamış mıydım diye soruyorum kendime.
Çok değil önümde 5 metro durak sonrası Şişli sokaklarında göreceğim kendimi diyerek bu etkiden kendimi soyutlamaya çalışıyorum ama nafile. Beynimle birlikte tüm vücudumu esiri haline getiren bir hayalet ile boğuşuyorum adeta... Az kaldı. Dayanmalı mıyım veya tepki mi vermeliyim içinde bulunduğum duruma. Hayaletler, halüsinasyonlar, beynime hükmeden kimyasal ilaçlar... Her şey karışmış bir halde. Evrenin öteki ucundan sesler duyuyorum. Göz kapaklarımın kapanmasın diye direnmeye devam ediyorken uzaklardan gelen ses; akışına bırak her şeyi. Sendeki bu inat nedir diye beynimin içinde bir zonklama sesi..
Direnmek sanırım artık nafile....
Kimisi güzel kokular sürmüş, kimisinin de terle karışık ağır kokular içerisinde etrafı rahatsız ettiğini diyeceğim ama herkes halinden memnun ve rahatsız olan sanki sadece benmişim gibi.
İçimdeki huzursuzluk gittikçe derinleşiyor. Kaslarımın kasıldığını, dizlerimin bağının çözüldüğünü ve dışarıya soluduğum havayı içime geri solumaya başladığımda gittikçe zorlanıyorum. Ter kokusu ile karışmış pahalı parfümlerin yanı sıra ucuz parfümler havada yerini almış halde... İçime soluduğumu dışarıya veremiyorum, dışarıya soluduğumu ise geri almak istemiyorum. Soluduğum hava zehir olsa gerek. Beynime gitmeyen oksijen... Beni bitkin bir hale sokuyor.
Beynim yine bir Matrix filmi sahnesinde gördüğüm dejavu etkisine girmiş ama sahnede kedi yok. Bu Matrix değil. Gerçeğin ta kendisi. Yoksa halüsinasyonlar mı diyorum? Her şey iç içe. Üzüm bağları gibi sapa sarma. Gerçeği doğrulardan ayırt edemiyorum. Doğru diye bildiklerim yanlış bir zamanda karşıma çıkmış. Yaşadığım anın sahneleri sanki daha önce beynimin bir köşesinde yer almış. Aynı şeyi daha önce yaşamamış mıydım diye soruyorum kendime.
Çok değil önümde 5 metro durak sonrası Şişli sokaklarında göreceğim kendimi diyerek bu etkiden kendimi soyutlamaya çalışıyorum ama nafile. Beynimle birlikte tüm vücudumu esiri haline getiren bir hayalet ile boğuşuyorum adeta... Az kaldı. Dayanmalı mıyım veya tepki mi vermeliyim içinde bulunduğum duruma. Hayaletler, halüsinasyonlar, beynime hükmeden kimyasal ilaçlar... Her şey karışmış bir halde. Evrenin öteki ucundan sesler duyuyorum. Göz kapaklarımın kapanmasın diye direnmeye devam ediyorken uzaklardan gelen ses; akışına bırak her şeyi. Sendeki bu inat nedir diye beynimin içinde bir zonklama sesi..
Direnmek sanırım artık nafile....
Dördüncü durak sonrasında gözlerimi açtığımda Taksim metrosunda inanılmaz boğucu bir havayla karışık halde olduğumu görüyorum. Üşüyorum Ağustos ayının ortasında... Bu da ne üstüm çıplak. Tenimde soğuk jeller. Şoklama ile hayata döndürmeye çalışıyorlar beni.
İçinde bulunduğum duruma anlam vermeye çalışıyorum.
Tenimdeki jelin kokusu bedenimi uyuşturuyor. Diğer yandan da hayata döndürmek için yapılan şiddetli şoklama ile karışık duygular arasında çıkılmaz bir durum içerisindeyim...
----
İyi de kalp hastası değilim ki ve bunu dile getirecek takatimin olmadığını bildiğim halde karşı koymaya çalışıyorum. Kalp ritmim dakikada 300 seviyesine çıktığını ve yeniden şoklamaya devam diye bağıran doktoru hayal meyal görüyorum. Gözlerimin üstünde sanki kasten etrafı bulanık görmem için perde inmiş adeta. Galiba düzenli bir ritim seviyesine indirmek için şoklamaya maruz kalıp duruyorum. Ama canımın nasıl yandığını bilemiyorlar.
Arafta kalmak mı daha iyi yoksa cennet veya cehenneme gitmek gibi bir ihtimalle yaşamak mı? diye sorsalar. Arafta kalmayı tercih ederdim. Şoklama da böyle. Bırakın kendi halimde kalayım. Ölecek isem öleyim. Yaşayacak isem zaten yaşarım.. Hayata tutunmak için şiddetlere maruz kalmak... Artık hayattan soğumuş durumdayım. Yediğim elmanın bile tadı iğrenç.
İçinde bulunduğum duruma anlam vermeye çalışıyorum.
Tenimdeki jelin kokusu bedenimi uyuşturuyor. Diğer yandan da hayata döndürmek için yapılan şiddetli şoklama ile karışık duygular arasında çıkılmaz bir durum içerisindeyim...
----
İyi de kalp hastası değilim ki ve bunu dile getirecek takatimin olmadığını bildiğim halde karşı koymaya çalışıyorum. Kalp ritmim dakikada 300 seviyesine çıktığını ve yeniden şoklamaya devam diye bağıran doktoru hayal meyal görüyorum. Gözlerimin üstünde sanki kasten etrafı bulanık görmem için perde inmiş adeta. Galiba düzenli bir ritim seviyesine indirmek için şoklamaya maruz kalıp duruyorum. Ama canımın nasıl yandığını bilemiyorlar.
Arafta kalmak mı daha iyi yoksa cennet veya cehenneme gitmek gibi bir ihtimalle yaşamak mı? diye sorsalar. Arafta kalmayı tercih ederdim. Şoklama da böyle. Bırakın kendi halimde kalayım. Ölecek isem öleyim. Yaşayacak isem zaten yaşarım.. Hayata tutunmak için şiddetlere maruz kalmak... Artık hayattan soğumuş durumdayım. Yediğim elmanın bile tadı iğrenç.
Hayata dönsem neye yarar böylesi maruzların etkisinde kalarak.
Ve bir ses.. Gökyüzünden gelen ve sanki tüm bedenimi ele geçirmiş gibi. Çok güzel bir ses. Beni alıp denizin maviliklerine kadar götüren o ses.. Ezan...
Belki de bir gün okunacak SELA'M.
---
Akblog.NET
Okumamanız gereken yazı. Bu Yazıyı Okumak Yasak
YanıtlaSilHikayelerimi çalanların Allah belasını versin. İnşallah iki cümleyi bir araya getiremezler ve inşallah konuşurken herşeyi unuturlar konuşma esnasında. Amin.
YanıtlaSilEtkiliyici bir yazı olmuş. Yüreğine sağlık.
YanıtlaSilRica ederim Reyiz Hazretleri.
SilAblam sen iyimisin
YanıtlaSilBence iyi değil kafayinyemis
Sil